Şu anda bu yazıyı okuyorsanız, teknolojiyle etkileşim halinde olduğunuzu söylemek yanlış olmayacaktır. Hele ki, milyarlarca web sayfası içinden bu sayfayı bulup, bu yazıyı bile isteye seçip okumaya başladıysanız teknolojiyle iç içe olduğunuzu söylemek çok daha yerli olacaktır.
O zaman şu “teknoloji” kelimesini biraz açalım. Vikipedi’de şöyle tanımlanmış: “Teknoloji mal veya hizmetlerin üretiminde veya buna yönelik amaçların gerçekleştirilmesinde kullanılan beceriler, yöntemler, işlemler, tekniklerin derlenmesi veya bilimsel araştırmalardır.”
Eğitimin üretimi, çeşitli teknikler ve bilimsel araştırmalardan on yıllardır faydalanıyor ve hatta sürekli artan bir hızla eğitim, dijitalleşiyor.
Çok sık duyar olduğumuz diğer bir kelime de “Dijitalleşme”. Dijitalleşme, hali hazırda bulunan tüm bilgilerin, herhangi bir bilgisayar tarafından okunabilir hale getirilmesine, bir başka deyişle, bilginin, sayısal bir ortama aktarılmasına verilen addır.
Özellikle “Teknoloji” ve “Dijitalleşme” tanımları ile yazıma başlamak istedim. Çünkü yazımın devamında eğitim sektöründe dijital dilin kullanımıyla ilgili bazı birikimlerimi size aktarmayı hedefliyorum.
“Zaman kavramının anlam ve öneminin değiştiği çağımızda dijitalleşme, kaçınılmaz olarak tüm sektörler gibi eğitim sektörünü de derinlemesine etkiledi.”
Yukardaki son cümlemi tekrar okuduğumda bir şeylerin ters gittiğini düşündüm. Aslında ilk bakışta doğru gibi gözükse de tam tersi de doğru olabilir. Ne dersiniz? Yani aslında dijitalleşme bir sonuç ve gelişimin bir parçası olabilir. Eğitim, bir şeyler dijitalleştiği için dijitalleşmiyor. Dijitalleşen eğitim, tüm dünyaya, sektörlere, hayata bakış açımızı değiştiriyor ve bu sayede her şey dijitalleşiyor olabilir. Çünkü tüm bu dijitalleşmenin temelinde de sıkı bir eğitim yatıyor.
Tabii süreç bize yeni bir şeyler öğretiyor. Yeni bir iletişim anlayışımız var; İnsan mimiklerin, jestlerin, duyguların olmadığı bir ortamda eğitilmeyi veya eğitmeyi başarabilecek mi?
Pandemi sonrası, bu anlamda çok ciddi bir sınav verdiğimiz yadsınamaz bir gerçek. Milli eğitimden tutun da kurum eğitimlerine kadar bir anda hepimiz kendimizi Zoom, Teams, Skype benzeri toplu konuşma uygulamalarının içinde bulduk.
Gençler bir nebze bizlerden şanslıydı. Çünkü onlar çoktan beri bu “dil”e alışıktı. İfade’yi güçlü kılacak yan unsurlara ihtiyaç duymadan, hatta bazen de Türkçemizi biraz inciterek iletişimde kalabiliyorlardı.
Özellikle 35+ çalışanlar için durum hiç de öyle değildi. Programları öğrenmek ayrı bir zahmet, bu programlardaki etik-iletişim ikilisine uyum sağlamak ve tüm bunları yaparken de işleri yürütmeye çalışmak gerçekten çok zordu.
E tabii bizler de ilk defa tanışmadık dijitalleşmeyle. İşimizin bir parçası olarak e-posta gönderimi yapıyorduk mesela değil mi?
Fakat burada teknolojinin de gelişmesiyle, iletişim tarzımız eş zamansızdan eş zamanlıya doğru evirilmekte. İnsanları özellikle “dil” anlamında zorlayan kısmı da burası olmaya başladı. Çünkü bir e-postayı göndermeden önce birkaç defa gözden geçirebilirsiniz fakat aynı durum eş zamanlı dijital iletişimde pek de mümkün olmuyor.
Çözüm?
Bence henüz dönüşümün ilk yıllarındayız. Dolayısıyla ne dil tarafından bakıldığında ne de dijitalleşme ve teknoloji tarafından bakıldığında bir sihirli değnekten söz etmek doğru olmaz. Zamanın, tüm süreçleri şekillendirmesine izin verilmesinden yanayım. Bununla birlikte, bizi geçmişten günümüze güçlü kılan, bizi biz yapan gerçeği, yani dilimizi en sade ve anlaşılır haliyle korumaya özen göstermeliyiz. Bildiğimiz bir gerçek var: Çağımız dijitalleşme çağı! Bu çağda, yüz yüze anlaşmayı başaran insanlar, dijital dili kullanmayı öğrenebilecek potansiyele sahipken, yüz yüze iletişim kuramayan, dilin inceliklerine hâkim olamayan insanların bu potansiyele sahip olmadıklarını söyleyebiliriz.
Peki o zaman, siz!
Potansiyelinizin farkında mısınız?