TİYATRO SANATININ DİLİ DRAMATİK YAZARLIK

Yazmak… Kimi zaman kendimizi ifade etmenin en temkinli (!) yolu, kimi zaman yedek hafıza olgusu. İster can sıkıntısından kurtulmak için satırları dolduralım ister paylaşmak arzusunun tetiklediği bir eylem olsun ister terapi diyelim adına ister zamanın acımasız geçiş hızına bir durak açma direnci: Unutmamak için geçmişi, hatırlamak için geleceğe dair bilgileri…

Yazmak insanlığın gelmiş geçmiş en büyük buluşudur şüphesiz. İnsanlar
arası sessiz iletişimin en etkin hali, tarih gibi nice olgunun var olma sebebi; insana dair olanın veri bankasıdır.

Edebiyat yazarlığı insanın yaşamla flört halidir. Dramatik Yazarlık ise başlı başına bir evlilik…

Bir insanın güzel ve etkili konuşabilmesi “hitabet” ini, güzel yazabiliyor olması ise “beceri”sini ifade eder. Şayet bu iki olgu bir arada ise kişinin yaratıcılığı “edebiyat” olgusuna hizmet ediyor demektir. Edebiyatın yazma eylemi aşamasında şiir, hikâye, roman gibi türleri kendi içlerinde belli teknik unsurları barındırmakla birlikte hepsinin birleştiği tek bir
konu vardır ki bu da hedef kitleleri olan “okur”.

Diğer bir deyişle, bir yazarın, kitabıyla ulaşmak istediği kişi okurudur. Okuruna yönelik yazar. Şiir ya da hikâye olsun, yazma eylemi içinde yazarın aklında olabilecek yegâne düşünce okurunun “nasıl anlayacağı” ile sınırlıdır. Bu iki ucun arasında bir köprüden bahsetmek gerekir ise, yani, yazarın, görüşlerini okuruna ulaştırması için aracılık yapacak unsur, olsa olsa kitabın basım aşamasındaki yayınevidir. Bu açıdan, basılı bir yazarlık eylemi ile okur arasındaki ilişki özneldir. Kitabın sayıca çok kişi tarafından okunup arzu edilen etkinin yaratıldığını “geri bildirim” açısından  değerlendirmek pek mümkün değildir. Nitekim okurun kendi öznelliğinde, kafasında canlandırdığı satırların sürekliliği ya da tamamlanması yine okurun elinden kitabı bırakma anı ile paralellik gösterir ki bu noktada yazarın müdahalesi söz konusu bile olamaz.

Yazarlık zorunlu bir eğitim gerektirmez. Kişinin kendini ifade etme şekli, iyi bir okur olmasının ötesinde kendini, kalemini kendi çabasıyla güçlendirmesi mümkündür. Yazmak içgüdüsel bir ihtiyaçtan doğar. Bir dışavurumdur. Canlı bir illüzyon ile toplumsal paylaşım alanı ve tüm sanat dallarını içinde barındırabilmesi açısından farklılıkları olan Tiyatro alanında “metin yazarlığı” teknik diye tanımlayacağımız birçok aşamayı gözetmeyi zorunlu kılar. Tek başınıza oturup da bir şiir ya da hikâye yazmak gibi değildir tiyatro metin yazarlığı. “Sahnelenmek için” yazılıyor olması ekip çalışmasına yönelik; tiyatroyu oluşturan birçok yapısal unsuru bir araya getirmesi yönünden etraflıca yazılmasını gerektirir.

Bir oyun metni, sahnelenmek üzere ve seyirci için yazılır. Yani Oyun Yazarının, kaleme aldığı oyununun ana fikrini seyirciye ulaştırması için “kolektif bir uğraş” diye tabir edilen diğer tiyatro çalışılanlarına gereksinimi vardır. Yönetmen, reji asistanı, dramaturg, oyuncu, sahne dekor tasarımcısı, ışık ve efekt sorumlusu, müzikçisi,
kostüm tasarımcısı, aksesuar/butafor sorumlusu gibi pek çok alandan destek almak zorundadır. İşte tam da bu gerekçe ile oyun yazarının “sahneyi tanıması”; diğer çalışanların tam olarak ne yaptığını bilmesi ve metinde onların ihtiyaç duyacakları tüm bilgileri alt yapıda vermiş olması gerekir. Bunun yanı sıra gerçeklikten kopmadan ancak mutlak ilgiyi ayakta tutacak biçimde bir içerik oluşturması gerekir.

Dramatik Yazarlık, tiyatronun yapı unsurları üzerine inşa edilir: Oyun, Oyuncu, Seyirci. Oyun dediğimiz ister yazılı olsun ister doğaç, Oyuncu aracılığıyla Seyirciye anlatılmak istenilendir. Oyunun yazılı bir metin olması Dramatik Yazarlık tekniklerinin uygulanmasını gerektirir. Nedir bunlar?

1- Olay Örgüsü: Neden sonuç ilişkisi içinde, organik bir bütünlükte birleşen olay ve olaylar zinciridir. Tiyatroda olay he zaman insan-insan, insan-toplum, insan-doğa mücadelesinden doğar. Kimi zaman da toplumun toplumla ilişkisinden olay ortaya çıkar. Ama olayın olduğu yerde görülüyor ki mutlaka insan olgusu vardır. Aksiyon, çatışma, serim, düğüm, çözüm, doruk nokta gibi durakların yer aldığı bu noktada gerçekçilikten uzaklaşmadan ve canlı gösterinin gereği ilgiyi sürekli olarak ayakta tutmak göz ardı edilemez.

2- Kişiler: Olayları var eden, yaşayan, insan veya insan kişilikli varlıklardır. Tiyatro sahnesinde kişiler “karakter” ya da “tip” olarak ele alınır. Tip genel anlayışı, Karakter ise derinlemesine düşünülmüş; fiziksel, psikolojik ve sosyolojik etkiler ile yaratılan oyun kişisidir.

3- Zaman / Mekân: Tiyatroda anlatma zamanı kullanılmaz. Olay zamanı, olayların oluş zamanıdır. Eğer bir yerde bir olay varsa mutlaka o olay bir zaman içinde gerçekleşmiştir. Mekân ise eserde yaşanılan olayların sahnesidir.

Comments are closed.